20 Şubat 2015 Cuma

Boşgezen - 1.Bölüm

Boş boş yürüyordum yine sokaklarda. Hiç bilmediğim sokaklardı bunlar. Canım sıkıldığında böyle yapardım eskiden, hiç bilmediğim sokakları gezerdim. İnsan yaşadığı şehri tanımalı çünkü. Bir şeyler de keşfedebiliyorsunuz bu yürüyüşlerde. İşte ben Hüseyin’i böyle bir günde tanıdım.

En işlek caddeye gelmiş, hiç bilmediğim bir otobüse binmiş, hiç bilmediğim bir durakta inmiştim. Karşıdan gelen çocuklu bir bayan gördüm. Kadın Harley Davidson çizme giyiyordu. Bu çizmeleri bir annenin ayağında görmek aklıma hiç gelmezdi. Kendi annemi düşündüm biraz. Sonra “Ah garip anam” diye bir iç çektim içimden.  Karlıydı hava. Harley Davidson’lı kadının kendinden büyük montuyla bana bakıp güldü. Seneye de giyer diye alınmış gibi duran bir monttu bu. Annesi Harley Davidson çizme giyerken oğluna seneye giyer diye mont almıştı. Bunları düşünürken kafama bir kartopu yedim. Kadın benden özür dilemeye başladı. “Lütfen kusura bakmayın, nolur” Çocuğa hiçbir şey söylemedi. Sadece benden özür diledi. Çocuğa neden bir tepki vermedi ki? Suçlu olana ses etmeyip mağdura yalvarmak toplumumuzun bir parçası aslında biraz… Çocuklar dövülmeli. Lazım olunca, dozunu kaçırmadan. Çocuğun yaptığı şey yani kartopu, fazla mühim bir problem değil tabii ki ama keşke çocuğa yalandan da olsa bir tepki verseydi be… Geleceğin katilleri böyle doğuyor ama işte. Her özgürlüğe sahip olduğunu düşünen erkek çocuklarıyla. Çocuklar gerektiğinde, dozunda dövülmeli. Dozu kaçırırsanız yine bir katil yaratma şansınız var elbet. Her şey dozunda olmalı. Hayatın her alanında. “Önemli değil.” Diyerek yoluma devam ettim.


Birkaç saat sonra bir yere oturup bir şeyler atıştırmaya karar verdim. Küçük bir dükkan buldum. Küçük, ağacın içine oyulmuş gibi bir dükkandı. Ahşap yapının tepesinden başlayıp etrafına yayılmış sarmaşıklar böyle bir his uyandırıyordu çünkü. İçeri ilk adım atışımda gördüm Hüseyin’i köşede bir iskemlede oturmuş çay içiyordu.

16 Ocak 2015 Cuma

Kuru Kuru Temizlemek - Bölüm 4

KURU KURU TEMİZLEMEK
Bölüm 4: Shubama ve Bubama
Inspired by Hakan Kaçmaz - Obama ve Kardeşleri

Bekir Barrack Obama'ya anlamsız bir ifadeyle bakıyordu. Bekir'e göre gördüğü şey götü bantlı bir eşeğin kötü bir sokağın köşesinde esrar pazarlaması kadar absürttü. "Kemer sende mi?" dedi Bekir. "Türkçe biliyorsan kemerin nerede olduğunu söylersin." Obama Bekir'in yanına oturdu. Etrafta herhangi bir sandalye yoktu. Havada oturuyordu. "Sandalyeyi modellememişler abi." dedi Barrack Obama havada bacak bacak üstüne atarak. "Kemer bende değil. Ben de kemeri almaya gelmiştim. Biliyorsun Beyaz Saray'da sıçmak Ak-Saray'da sıçmaya benzemez. Taharet musluğuna benim de ihtiyacım var. Bir başkan olarak bu kirli ülkede götümü çok temiz tutmam gerekiyor." diyerek devam etti. Durakladı, gözlerini normalde Taharet Kemeri'nin olması gerektiği masaya dikti. "Yalakalarım en iyi muameleyi görmeliler. Kemerin Dörtleyici'nin eline geçmemiş olmasını umuyorum."
"Dörtleyici nedir?" dedi Bekir. Obama "Bağırarak söyleme bunu!" diyerek Bekir'e atıldı. "Dörtlülerini açıp saldırabilirler." dedi fısıldayarak. "Dörtleyici'nin babası Taharet Kemeri'nin tasarımcısıdır. Dörtleyici'nin gözü sürekli kemerdeydi. Babası pisuvarın önünde ölü bulundu, birkaç gün önce. Katilin Dörtleyici olduğunu tahmin ediyorum. Adamın pantolon fermuarına zehir koymuşlar. Fermuar herifin şeyine takılınca zehir vücuduna karışmış, yığılmış. Kemer ortalıkta yok. Dörtleyici de yok."
---------------------------------------------------
Shu'nun elleri kirliydi. Annesinin sesini duyuyordu. Musluk çalışmadı, sular kesilmişti. "Tüfek ellerini yıkamıştı anne!" dedi Shu, ağlamaklı bir şekilde. Tuvaletin parkeleri siyahlı beyazlı bir şekilde döşenmişti. Pek temiz değildi. Shu çok sık kıvırcık saçları olan on yaşında bir siyahi çocuktu. Gübre bulaşmış ellerini temizlemek için musluğu çevirmiş olmasına rağmen musluktan su gelmiyordu. "Tüfek ellerini Mississippi nehrinde yıkıyor. Sen de öyle yapsana!" diye sesleniyordu annesi. Shu "Yaaaa orada canavarlar var ama." tepkisi verdi çocukça. "Amir, saçma sapan konuşma. Tüfek de, Baraka da hala burada olduğuna göre."
"Bana o büyüyü yapmadınız!" dedi, ağlıyordu şimdi Shu. Annesi mutfaktan çıktı, tezgahın üstünden "Bama Fourleaf" yazan zarfı alarak açtı. "Faturalar." dedi adı Bama olan anne. Çocukları Amir Shu Bama, Tüfek Bu Bama ve Baraka O Bama hayatındaki en önemli varlıklarıydı onun için. Onları çok severdi fakat kızgın mizacından bu belli olmazdı. Shu aralarından en küçükleriydi, Bu ortanca olan, O ise en büyük çocuktu. Aralarında dörder yaş fark vardı. Derme çatma bir evde babasız yaşayan üç çocuk ve onların anneleri...
 ---------------------------------------------------
Obama şortunu sol eliyle silkeledi ve anılarını hatırlıyormuşçasına gülümsedi. Birden Bekir'i ittirdi ve şortundan ninja yıldızı çıkartıp fırlattı. "Dörtlüler!" İri yarı, kaslı ve dört tane kolu olan bir kaba sakallı adam sert bir taşla karşılık verdi buna. Obama adamın göbeğine sert bir tekme çaktı ve ninja yıldızını adamın alnına yapıştırdı. Ölmüştü. "Dörtlüleri açmışlar! Sana sessiz ol demiştim." dedi Obama. "Dörtleyici'nin gizli deneyleri sonucu yaratılmış dört kollu adamlar. Güneş gözlükleriyle dolaşan kısa saçlı sahil insanlarını parçalıyorlar ve yeniden yaratıyorlar." Cesedin göbeğini parmakladı ve kokladı. "Marmaris esansı kullanılmış." Sağ cebinden çıkardığı bıçağı ile cesedin göbeğini yardı ve içinden güneş gözlüğü çıkartarak inceledi. "Elektromanyetik bozuculu gözlükler. Şuradaki radyoyu bu ayı herif bozmuş olmalı." dedi Obama. Bekir kafası karışmış bir şekilde "Peki bu kaydedilen radyo yayınları kime ait?" dedi. Obama "Sürekli ses kaydı alıp duran bir adam var, Dörtleyici'ye çalışıyor. Nuri Alço'nun sesiydi o." şeklinde cevap verdi.
Birdenbire tapınağın tavanı yıkıldı ve bir adam aşağı düştü. Nuri Alço mavi takım elbisesiyle göründü, elindeki tam otomatik tüfeği Obama'ya uzattı.

DEVAM EDECEK

14 Ocak 2015 Çarşamba

Eşcinsel Hayat Döngüsü

Sabah 9-akşam 6 bir işte çalışan, işe Starfags bardağıyla giden Apple kullanıcısı olan Armud Bey günlerden birinde çok sıkılmıştı. İşe Audi ile giderken işlek bir yolda yaşlı bir teyzeye çarptı. Armud, korku içinde arabasından indiğinde teyzenin öldüğünü gördü. Armud Bey teyzeye yaklaştığı anda teyzenin cesedi canlanarak kendini yemeye başladı. Geriye teyzenin sadece kolu kalmıştı. Şoka giren Armud Bey GeyPhone'unu bile çıkaramadı. Etrafına bakındığında zombi polisler gördü. Polisler Armud Bey'i yakalamaya çalışıyordu. Armud Bey dehşet içinde elinde iş çantasıyla depar attı. Armud Bey koştukça yol daha da uzaklaşıyordu sanki. Ama o da ne? Yolun ortasından devasa bir kol çıktı. Bu kol, kendini yiyen teyze cesedinin kolunun ta kendisiydi. Kol Armud Bey'le konuşarak: "Nusr-et'in sahibini yedim. Seni de yiyeceğim." diyerek ortadan kayboldu. Armud Bey korkmuştu. Çok korkmuştu. O an kendi gözünü iş çantasından çıkardığı kaşe ile oyduktan sonra Armud Bey, eline geçen göz parçasını burun deliğine taktı. Diğer elindeki Starfags bardağı aniden parladı ve içinden bir cin çıktı. "Sana bir dilek hakkı veriyorum. Yalnız, istediğin dilek sadece üç gün geçerli olacak." dedi. Armud Bey "GeyPhone 7 istiyorum." dedi. Armud Bey'in eline GeyPhone 7 geldi. Ama telefonun arka planında ölen teyzenin fotoğrafı vardı. Telefonu fırlatıp kaçmaya başladı. O gün şehrin öteki ucunda, dar gelirli ailelerin bulunduğu sokağa düştü bu telefon. Bir çocuk bu telefonu bularak Starfags çalışanına sattı. Ertesi gün Starfags'ı soydular ve telefon şirketin patronuna geçti. Patron ise gece vakti sokaktaki fakir çocuk tarafından suikaste uğradı. Sokaktaki fakir çocuk telefonu geri aldıktan sonra ona bir araba çarptı. Çocuk ölmüştü. Bu çarpan arabanın sahibi, Starfags bardaklı Armud Bey'den başkası değildi.

2 Ocak 2015 Cuma

Ankaralı 2.Bölüm

Her şeyin ardında yatan büyük bir gerçek vardır. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Benim işim gerçekleri bulmak ve adaleti sağlamak. yirmi sekiz yaşındayım... otuzuma, iki yıl kaldı. Ankara'dayım ve dedektifim. Bu noktaya nasıl geldim ben de hatırlayamıyorum. Yardıma muhtaç birisi ıstırabını yardım ederek dindiriyor sanırım, eksiklerini dolaylı yollardan dindirmeye çalışmak gibi.

"Saat ikide her zamanki yerde."

Ortağım Selçuk'la her zamanki yer olan Kızılay AVM'nin önünde buluştuk. Ankara'da her zamanki yer genelde hep burasıdır. Selçuk'u uzaktan görüp yanına yaklaştım, tokalaştık. Selamlaşma faslından sonra başladı;

"Dün bir süpermarket daha soyuldu."
"Biliyorum. Herhangi bir şey var mı?"
"Yok. Adamımız profesyonel önceki dört süpermarkette olduğu gibi."
"Süpermarketlerin hepsi birbirinden farklı yerlerde. Sahiplerini sorguladık hiçbirinin birbirleriyle bir ortak noktası veya düşmanları yok. Adamımızın derdi süpermarketlerle."

O sırada garip, kaykaycı tipler gözüme çarptı. 7/24 bu meydanda kaykay sürmek, garip bir şekle sahip olmak, yüksek ego. Bu çocukların amacı ne? Hiç bir zaman öğrenemeyeceğim bir gizemdi bu.

"Orospu çocukları..."
"Nasıl abi?"
"Yok bir şey"

21 Aralık 2014 Pazar

Depresif Honolulu Sütlaç Metal

DEPRESİF HONOLULU SÜTLAÇ METAL
Part 1 of 2 (Yayın: 21 Aralık 2014)

Smoke on the Water'ın girişini çalabiliyordum. Gitarın dört tane notasında parmaklarım akarken kızların beni etkileyici bulmasını ummuştum. Onun yerine hemcinslerim yanağımı sıkmayı seçti. Gerçi benim kafam oldukça rahat, gösterişçiler olarak gerçekten samimi olan birine göre kız arkadaş bulmamız daha kolay. Sanırım elimizde tutmamız ise daha zor. Neyse, zaten olay kız arkadaşım var diyebilmek olduğu için gitarımla yardırmaya devam ediyordum. Şimdi de Stairway to Heaven'in girişini çalmaya başlamıştım. Led Zeppelin'i şöyle açıp dinlemedim hiç, Deep Purple'dan aptalca espriler yapacak kadar da ergenim. Biri var, sürekli kızıyor bana. Gösterişçi olduğumu iddia ediyor. Devamını çalamadığım için bıraktım gitarı. Asi olduğum için ders notlarım birlerle doluydu. İleride rastgele bir üniversitenin rastgele bir bölümünde okuyup oraya gerçekten girmek isteyen kişiyi yarım puanla elerken fazladan birkaç bira içecektim sadece. Hiçbir zaman başarılı bir müzisyen olamayacaktım, bateri dersim 4/4 ritim çalabilmemle birlikte yarım bırakılmış heveslerden biri haline gelecekti. 
Arkadaş ortamlarım da var tabii. Olmadığım biri gibi davranıyorum. Ortamda samimiyetini asla esirgemeyen arkadaşlarım da oluyordu -görev olarak gördüğüm ortam geliştirme eyleminin bir parçası olan herhangi birileri onlar- ve onları üzüp onlara üstün gelebilmek amacıyla yaşamadığımız anılar uyduruyorduk. Amacımıza ulaşıyorduk.
Böyle bir hayatın bana göre olmadığını anladığım günü anlatayım sizlere.
Evde ailem olmadığı bir gecede buzdolabını açtım, çok acıkmıştım. Buzdolabında fırın sütlaç vardı. Dayanamayıp yemeye başladım, dibine kadar sıyırdım, tamamen yedim. Geğirmeyi de unutmadım, ritmik ve notalı bir geğirmeydi. "Ha?" dedim. "Ne oluyor amına koyayım?" Kıçım açık yattım o gece. Rüyamda kızıl sakallı İsveçli dede gördüm. "Yeğen." dedi bana. "Yedi gün. Yedi gün boyunca Honolulu'da kalacaksın. Eğer evine bundan önce dönersen Major Sharp C'kerim." sözleriyle devam etti. Kızıl sakallı İsveçli dede kuvvetli bir ıslık çaldı, iki elinin başparmağını akbil şeklinde tutup ağzına sokarak var gücüyle üfledi. Islık sesi rüyanın hiçliğine ve o an nedense rüyamda kulağımı karıştırdığım çubuğa doğru yayıldı. Simsiyah bir köpek dedenin yanına geldi. "Bu köpek senin yol arkadaşın olacak. Kendisi Black Metal hayranı."
Kızıl sakallı dede tıraş bıçağı çıkartarak kendisini tıraş etmeye başladığı sırada uyanıverdim. Yanaklarıma bir yanma hissi yayıldı. "İnsan tıraş köpüğü kullanır, dedem benim." diye düşünmüştüm. "Anne ben çıkıyorum." dedim. Şarkı söyler gibi söylemiştim sanki. O anda bir şüpheye düştüm. "Göt." dedim. Olmadı. "Gööö-ööö-öö-ööt." diye söylendim. Gerçekten de ne dersem diyeyim şarkı olarak çıkıyordu ağzımdan sözler. Bunun hoş olup olmadığını anlamadım. Sesimin kötü olduğunu düşünürdüm. Kulaklıklarımı takıp Metallica'dan Master of Puppets dinledim. Tüm albümler telefona yüklüydü ama ben en çok bilinen şarkıları dinleyip gerisini boşveriyordum.Şarkıyı bağıra bağıra söylerken okulumun kapısından geçtim. "Hacı baksana!" diyen bir bağırtı duydum. Okul bahçesine çıkayım dedim tekrar, karşımda bir köpek vardı kuyruğunu sallayan. Simsiyahtı. Rüyamdaki köpeğin aynısıydı. Kafamı kaldırdığımda kendimi tropik ağaçların ve kumsalların ortasında buldum. Köpek ön bacağını kaldırıp kafasını kaşımaya başladı, sonra köpeğin patilerinin arasından bir sigara çıktı. Diğer ön bacağını da kaldırdı, onunla da kafasını kaşıdı, bir tane güneş gözlüğü çıkarıp taktı. "Hacı." dedi köpek. Köpek konuştu, evet. "Oğlum sen kimsin lan çekil ordan!" diye bağırdı köpek bana. Çekildim oradan ve köpeğin bir hacıyla konuştuğunu gördüm. Tespihini hızlıca çeken cübbeli Jordan Rudess ile karşılaştığımda dumura uğramıştım.


Part 2 of 2 (Yayın: 26 Aralık 2014)



Jordan Rudess ile beraber palmiye altındaki bir bankta oturduk. Cebinden keçiboynuzu çıkartarak emerken bir yandan da konuşmaya başladı. “Buraya seni dedem yolladı, değil mi?” dedi. “Alman gereken bir ders var.” Siyahlı köpek yanıma geldi. “Hacı sen de al bir sigara.” dedi köpek. Rudess “An-kara! Sigara içmediğimi biliyorsun.” diye kızdı köpeğe. “Abi sen metalci değil miydin ya?” dedim Jordan abiye. “Metalciyim. Vaktimi müziğe daha fazla ayırabilmek amacıyla sigara kullanmıyorum.” diye cevap verdi. “Bu cübbe Metalurji Derneği cübbesidir, tespih de derneğe ait, tespihi salladıkça dedemin topladığı ergenler buraya gelir. Bak dedemin köpeği An-kara’ya! O adam aslında Anıl Kara adında bir öğrenci. Senin işlediğin günahları zamanında işlediği için hayatının geri kalanını bu adada bir köpek olarak sürdürdü. Tövbe et ve Metalurji Derneği’ne katıl! Metale gönül ver.”

Sol cebinden krom vida attı. Vida kuma gömüldü. Kaşlarını sertçe çattı ve sesini yükseltti. “Tövbe et ETSturrrr!” diye bağırdı. “Eğer bu müziğe değer veriyorsan, bu dünyayı terk etmekten kaçınmalısın çocuk. Ve bir ara bir albümün tamamını dinlemeyi dene!” Öksürdü. “Annene ve babana boşuna para harcattığın yazık değil mi? Metal tişörtlerini yer bezi ettiğin yeter değil mi? Gitarda üç akor basmakta zorladığın utanç verici değil mi?” Rudess kaşlarını daha fazla çattı ve köpeğe sert bir tokat yapıştırdı.


Köpek yaklaşık iki metre kadar uzağa uçup sağ tarafına doğru yere serildikten sonra köpeğin yanına koştum. “An-kara!” diye bağırdım. “Black Metalci kankam benim. Seni daha yeni tanımıştım!”, gözyaşlarım akmaya başladı. Köpek kesik kesik konuşmaya başladı. “Anıl Kara değil benim adım. Buraya senin işlediğin günahlar dışında başka günahlarla geldim ben. Yaktım, yıktım, öldürdüm! Buradayım lan ben, ben Burzum!” Köpek yavaş yavaş insanlaşırken konuşmaya devam ediyordu. “Nam-ı diğer Varg Vikernes. Yarı-ork, yarı-insan! Orospu çocuğunun tekiyim lan ben!” Gökyüzü karardı ve yere Ibanez marka gitar düştü. Çakma müzik hayranlığımdan dolayı modelini anlayamadım. Jordan Rudess ve Varg Vikernes karşı karşıya geldiler. Vikernes brutal vokal atarak her tarafı titretti, palmiyeler yere devrildi, yengeçler ve kaplumbağalar suya doğru kaçışmaya başladı. Vikernes Rudess’a zıplayarak atıldı fakat Rudess sağ koluyla adamın boğazına yapışıp yere indirdi. “Rüyaların... Gerçek... Olduğu bir tiyatrodayız!” dedi. Rudess’in sol kolu küçük bir keytara dönüştü ve sağ eliyle hızlı parmak kombinasyonlarıyla çalmaya başladı. Vikernes ayağa kalkarak Rudess’i itti ve Ibanez gitarıyla boğazını sıkmaya başladı. Varg Vikernes’in gözlerinden dehşet ve kilise yakma okunuyordu. Fakat Rudess Keytar’ı ile Smoke on the Water’ın girişini çalabiliyordu. Bu Varg Vikernes’i sersemletmeye yetti. Vikernes Ibanez gitarını yaktı ve yanan gitarıyla Rudess’in karnına yapıştırdı. Gökyüzü yeniden aydınlık bir hal aldı. Rudess son anda gitarı tuttu ve yanan gitarı Varg Vikernes’in iki eli arasına sertçe soktu. Vikernes “Hayır!” dedi. Brutal vokal ile “NOOOOOOOOOOOOO!” diye bağırdı ve şiddetli bir patlama yaşandı. Burzum’un Ibanez gitarı yok oldu, cesedi ise denize doğru fırlayarak uçtu. Suların altına karıştı. 


Rudess yerde yatıyordu. Nabzını yokladım. Çok yavaş atıyordu, ölmek üzereydi sanırım. “Rudess!” diye bağırdım. “Sizin gruptan bir tek Wither’ı dinlemiştim ama şimdi ölüyorsun. Yapma!” dedim. Rudess öksürdü ve sol burun deliğinden kan geldi. “Karıları düşünüyorum. Güzel karıları düşünüyorum Berke. Metalurji Derneği’ne katılırken bu fedakarlığı yaptım. Anladın değil mi? Belki pek renkli geçmedi hayatım...” Öksürmeye devam etti ve sağ burnundan da kan gelmeye başladı. “Dürüst bir müzisyen ol Berke. Sevmek sınırsız bir güç değildir. Müziği sev. Karşı cinse duyduğun ilgi geçici, sen de geçicisin. Müzik hep kalır. Müziği sev Berke. Bir albümün tamamını dinle ve tadını çıkarmayı öğren. Vikernes sadece nefret ile doluydu. Müziği sevmedi o. Sertliği sevdi, fakat insanlar hep sert kalmaz. Görüyorsun değil mi Berke? Senin ben amına koyayım.” Rudess öldü. Başında bir süre ağladım. Sahilde boş boş dolanıp sigara içerken kendini tıraş etmiş kızıl saçlı İsveçli dedeyi gördüm. Gülümseyerek yanıma geldi. “Honolulu’da yedi gün geçirmen lazım sikik! Hadi gel.” diyerek omzuma sertçe yapıştırdı. Sırtında bir gitar vardı. Usta işi bir Fıtratocaster. “İleride bir stüdyo olması lazım. Orada müzik falan kaydederiz çıkışta İskender falan yeriz yeğen.”

Sahilde yürümeye başladık. İlk kez gerçek dostluğu hissediyordum.

SON



17 Aralık 2014 Çarşamba

Kuru Kuru Temizlemek - Bölüm 3

KURU KURU TEMİZLEMEK
Bölüm 3: Bunlar Hep Amerika'nın Oyunları

Kız dilini sol tarafa doğru çıkararak duvarı yaladı. Yalarken "Comolo, comolo..." diye mırıldandı. İkinci kez yaladı, bu sefer karşıdaki duvarı, güllesi koridorun diğer tarafına sallanırken. "Comolokko!" diye bağırdı en sonunda. "Benim adım Miley Cyrus!" dedi Serdar Ortaç'ın dublajladığı ses. Arkadan ÖSYM kalemiyle topladığı sarı saçlarıyla hiç de şirin durmuyordu. Bekir cebinden tespih çıkardı ve kızın boynuna ani bir manevrayla geçirdi ve sağ eliyle tespihi Miley Cyrus'un boynunda tutarken gülle diğer tarafa sallandı. "Kııığğğğh!" diye bir ses çıkararak nefessiz kaldı Cyrus. Gülle diğer tarafa salladı ve kız aşağı yuvarlandı. Bekir kızın boğazına yapıştı. "Bana Taharet Kemeri bul lan zilli!" diye bağırdı. Kız Bekir'in dudağının ortasına çok sert dil attı. Bekir dudağını yalayarak Miley Cyrus'a heyecanla yaklaştı, dudaklarına iyice yaklaştı ve suratına kustu. O kadar çok kustu ki, Miley Cyrus nefes alamadı. "Binlerce dansöz var." dedi dublaj. "Pardon yanlış yer."
Miley Cyrus ölmüştü.
Bekir Cyrus'un cesedini kusmuğuyla birlikte bırakıp zindanda yürümeye devam etti. Zindanda başka ne türlü insanlarla karşılaşacağını tahmin etmek istemiyordu. Bir sol dönüp yürümeye devam etti, Bekir kafasını tutarak sallanmaya başladı. Cyrus'un zehirli dilleme hareketi onu sersemletmeye başladı. Gözlerini kırpıştırırken birtakım sesler duyuyordu aynı zamanda.
"Bu tapınakta ne insanlar yetiştirdik. Rihanna, Cyrus, Bieber, Minaj, Pitbull... Her şey iki yüz yıl önce başladı. Bir fırt da bana versene kanka." Bekir'in başı ağrıyor ve bu ağrı hızlı bir artış gösteriyordu, artış hızı gitgide düşüyordu. "Timberlake, Katy Perry, Felix Kjellberg... O bizi satıp İsveç'e kaçandı sanırım. Tiger Woods vardı bir de. 'Gold albüm' lafını 'golf atalım' anlayınca müzik işine hiç giremedi. Kanka sağlam içtik yalnız ha." Bütün bu seslerin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. "Adriana Lima'ya ne demeli? İnli Adam Ara'nın anagramıydı. Pardon bu gizli bilgiydi. Erkekleri yöneterek topladığımız hiti düşünsene. Tek yapmamız gereken kızın güzel olduğunu söylemek. Laf kızı güzelleştiriyor. Sınavdan sıfır beşi de çakmışız kanki." Bekir koridorun sonunda bir kapı gördü. Kapıya yaklaştıkça sesler güçlendi. "Hacı bu Küba tütünü yalnız."
Bekir kapıyı açtı. Ufak bir ses kayıt cihazı çalışıyordu. Aslında cihazın kendini tekrar ettiğini anladı. "Mayalıların değil mi bura? Bu tapınakta ne insanlar yetiştirdik. Rihanna, Cyr--" Bekir bir adım daha attı, radyonun sesi kesildi. Taharet Kemeri'nin önceden orada olduğu çok barizdi. Kemer şeklinde bir oyuğun içi boştu. Biri kemeri almıştı.
Bekir içinden o kadar okkalı bir küfür salladı ki o zamana dek tuttuğu çişinden biraz kaçırdı. "Harbiden kimse zindanlara işemiyor." diye düşündü Bekir. Tarihte bu zindana işeyen ilk kişi olarak tuhaf bir gurur duyarken Taharet Kemeri'nin yokluğunu pek takmış gibi durmuyordu. Çünkü o kadar barizken Kemer'in orada olmadığını anlaması için çok zaman geçti. Belli ki jeton köşeliymiş. Bekir yerden altığı kare delikli eski jetona bakarken aynen böyle düşünmüştü. Okkalı küfürü canı sıkıldığı için sallamıştı, kemerin orada olmadığını fark ettiğinde ikinci kez okkalı sövdü.
"Ha ha ha..." dedi bir ses. "Ses kaydımı beğendin mi?" Bu seferki sesi kimse dublajlamıyordu. Hakiki Türkçe'ydi. "Ben Türkçe biliyom kankaaaa!" Gelen adamın giyimi siyah şort, beyaz baskısız tişört ve sandaletten ibaretti. Bekir gelen adamı tanıdı. Televizyonda haber kanallarında sürekli gördüğü birisi: Barrack Obama.

DEVAM EDECEK

13 Aralık 2014 Cumartesi

Kuru Kuru Temizlemek - Bölüm 2

KURU KURU TEMİZLEMEK
Bölüm 2: Mezardan Halka, Hepsi İyi Marka

ABD'ye varan Bekir tapınağın olması gerektiği yerde McDonalds açıldığını Google aracılığıyla öğrenmişti. McDonalds'a girdi ve elemana koştu. Eleman ise "Ne istersiniz efendim?" dedi. Aslında İngilizce söylediği halde garip bir şekilde adamım sesi Murat Şen tarafından dublajlanmıştı. Bekir satıcıya dik dik baktı. Eleman korku içinde "Ne istersiniz efendim?" sorusunu tekrarladı Bekir'e. Bekir ağzını açtı, "Taharet kemeri." diye iki sözcük çıktı takma dişli dudaklarından. "Bana öyle dik bakmayın. Ben Amerikan Kültürü ve Edebiyatı stajımı yapıyordum sadece." dedi. "Para bile almıyorum ve beni köle gibi çalıştırıyorlar."
Bekir kızgınlıkla elemanın V yaka tişörtünü tutmaya çalıştı, tişört V yaka olduğu için tutamadı. Bekir "Taharet kemeri." dedi yeniden. Eleman korku içinde arkasına döndü, hafif bır sırıtma ile "Steakhouse Burger lütfen!" diye bağırdı. Elemanın sözüyle aniden alarmlar çalmaya başladı ve müşteriler ne olduğunu anlamayıp panikledi. "Şirketleri karıştırırsak alarm çalar, müdür odasından çıkar ve yanlış yapan elemanı öldürür. Çabuk, koş. Müdür geliyor. Müdürün odasına git ve masanın altına gir, anlarsın sen. Ben onu oyalarım." Müdür geldikten sonra Bekir gizlice sıvışarak odaya sızdı. Odada kaliteli tahtadan bir masa, masanın üstünde yarısı yenmiş birkaç Big Mac ve Double Köfteburger görülebiliyordu. Bekir masanın altına girdi. Öylece bekledi. Hiçbir şey olmuyordu. Bir dakika sonra çok acıktığını hissedince yarısı yenmiş bir Double Köfteburger'i ısırmaya başladı ki takma dişlerinden arta sağlam kalmış bir dişini az daha kırıyordu. Hamburgerin içinden bir anahtar çıkmıştı, küçük bir tane. Anahtarı yalarak ketçabını temizledikten sonra bir anahtar deliği aramaya başladı. Kapının tıkırtısı duyuldu ki, Bekir masanın altındaki çöp kutusundaki anahtar deliğini fark etti. Büyük bir hızla anahtarı çöp kutusuna sokup çevirdi. Müdürün "Neler oluyor orada?" sesi duyuldu, dublajı Haluk Bilginer'e ait olan bir ses. Her yer karardı. Son bir ses duydu.
"Lanet olsun dostum!" 
Kafasını kaldırdığında gerçekten de her yerin karardığını fark etti. Bir ses daha geldi. "Elektrikler kesildi adamım! Bunun ne demek olduğunu anlayabiliyor musun, ha?" Bekir çöp kutusunun gizli bir tünele açıldığını görebiliyordu. Anıt mezara bu şekilde inecekti. Paslı merdivenlere elini koyarak yavaşça aşağı inmeye başladı. Etraf nedense asla sönmeyen mumlarla aydınlatılmıştı. Kızılderili tapınağından çok bir piramidin içi gibiydi burası. Bekir tapınağın garip labirentlerinde dolaşırken Bekir'in gözünün önünden kocaman bir göt geçti, ardından tapınaktan şiddetli bir sarsıntı sesi geldi. Bekir sese doğru yöneldiğinde onu görmüştü. Kocaman bir gülle topu, korkutucu zincirlere bağlıydı. Götü olmayan bir kız topun üstünde oturuyordu. Sonra göt geldi, kız onu okşadı ve yerine taktı. Gülleyi Bekir'e doğru salladı. Kız şeytani bakışlara sahipti, dilini sola doğru çıkartmıştı.


DEVAM EDECEK